Trabzon şehri ve bulunduğu bölge hakkında bilgi edinebildiğimiz en eski
kaynak Ksenophon'un Anabasis adlı eseridir. Ksenophon bu eserinde, babası
Dareios'un ölümünden sonra Pers İmparatoru olan kardeşi Artakserkes II. ye
karşı isyan ederek paralı askerlerden oluşan bir ordu ile M.Ö. 401 yılında
Sardes (sahili)'den yola çıkan Batı Anadolu Valisi Kyros'un Babil yakınlarındaki
Kunaksa'da İmparatorun ordusu ile karşılaşıp yapılan savaşta yenilerek öldürülmesini
ve orduda sayıları onbin kadar olan paralı Helen askerlerinin geri dönüşlerini
anlatır. On binler diye adlandırılan paralı Helen askerleri, Doğu
Anadolu'yu güney-kuzey istikametinde boydan boya geçerek Karadeniz sahillerine
ulaşmak, buradan da deniz yolu ile memleketlerine dönmek üzere yola çıkarlar.
Paralı askerler arasında olan Ksenophon bize bu tarihi olayın yanısıra geçtiği
bölgeler ve orada yaşayan halklar konusunda da bilgi verir.
On binler dönüş yolunda Erzurum'un kuzeyine düşen ve Osmanlı
belgelerinde Taveli olarak adlandırılan Taoklar'ın ülkesinden geçerek
Khalybler'in memleketine varırlar. Khalbler, On binlerin geçtiği
topraklardaki en savaşçı halk olduğu için, Helenler onların ülkesinde yağma
yapmamış ve Taoklar'dan yağmaladığı yiyeceklerle idare etmek durumunda
kalmışlardı.
Khalybler'in ü1kesinden geçip Harpasos (Çoruh) nehrine ulaşan On binler,
buradan Skythenler'in (İskitler) ülkesine girip bir ovada 4 günde yaklaşık
100 km ilerleyerek köylere varırlar. Bu köylerden erzak temin eden On binler,
Gymnnias adındaki (Bayburt veya yakınlarında) bir şehre ulaşırlar.
Şehrin valisi onlara, düşman memleketlerden gelebi1meleri için bir kılavuz
verir. Kılavuz Ksenophon ve arkadaşlarını beş gün içinde denizi görebi1ecekleri
bir yere götüreceğini söyler ve yola çıkarlar. Düşman memleketine
gelince, kılavuz, askerlerden orasını ateş ve kılıçla tahrip etmelerini
ister. Beşinci gün Thekhes adındaki dağa vardıkları zaman denizi görmek için
dağa tırmananların haykırışları arkadan gelenler arasında paniğe neden
olmuştu. Çünkü yağmalayıp yaktıkları memleketin adamları onları takip
ediyordu. Bunlarla artcılar arasında çatışma çıkmış, bir kaçı öldürülmüş,
birkaçı da esir edilmişti.
İlerleyen her birlik önde bağıran askerlerin yanına vardıkça ve orada
kalabalık arttıkça bağrışma da artıyordu. Bunun önemli bir nedeni olduğunu
anlayan Ksenophon hemen atına binerek ve yanına süvarileri alarak yardıma koştu.
Fakat biraz sonra askerlerin "Deniz! Deniz!" diye bağırdıklarını
ve geriden gelenleri acele etmeye teşvik ettikleri anlaşıldı. Herkesi bir
sevinç kaplamıştı. Askerler hemen taş toplayarak yığdılar ve bu yere bir
abide diktiler. Daha sonra hediyeler verilen kılavuz Hellenler'e konaklamaları
için bir köy ve Makronların memleketine giden yolu gösterdikten sonra akşam
üstü memleketine dönmek üzere uzaklaştı.
Bölgenin coğrafi yapısını iyi bilmenin verdiği cesaretle, Ksenophon'un
bölgede varlığından bahsettiği halklara ait bölgelerin sınırlarını çizebi1mek
için anlatılanları değerlendirdiğimiz zaman kılavuzun Gymnias'tan sonra
kuzeydoğu istikametinde ilerleyip bu gün Soğanlı geçidinin olduğu bölgeden
dağlara çıktığını söyleyebiliriz. Kılavuzun daha kısa olan Hart (Aydıntepe)-Kemer
geçidi yolunu tercih etmemesinin nedeni Ksenophon'un da yazdığı gibi
Skythenlerin düşmanlarına ait köyleri tahrip ettirip yağmalatmak idi.
Ksenophon'un adını vermediği ve Bayburt ile İspir bölgesinde yaşayan
Skythenlerin düşmanı olan halkın Strabonun M.S.18 yılında yazdığı Coğrafya
adlı eserde bahsettiği Heptakometler veya komşusu Byzerler ya da onların
Strabodan dört asır evvel bölgede yaşayan ataları olması kuvvetle
muhtemeldir.
Gymnias'dan aldıkları kılavuz, bu halkın Soğanlı Dağları'ndaki köylerini
yağmalattıktan sonra Ksenephon ve arkadaşlarına bugün de bir bölümü hala
kullanılan yolu izletir. Batıya yönelip Soğanlı geçidinin batısındaki
Kemer Dağı'nın kuzey eteklerinden geçirerek 5. günde denizi görebilecekleri
Thekhes (bugünkü Madur) Dağı'na ulaştırır.
Kılavuzun dönüş yolunda, düşman arazisinden kendi memleketine bir
gecelik yürüyüşle ulaşabilmesi, dönüş yolunda daha kısa olan yolu,
Madur-Aşot Beli-Yarmice Sırtı-Lemonsuyu-Kemer Geçidi-Hart (Aydıntepe)
yolunu izlemiş olduğunu gösterir.
Ksenophon ve arkadaşlarının Madur Dağı ile hemen batısındaki Polut Dağı
arasında ve Madur Dağının zirvesine yakın boyundan denizi gördüğünü söyleyebiliriz.
Tarihi bir yolun dağları aştığı bu yerden Araklı Burnu ve Araklı Limanı
bir tablo gibi görülür. Bu yerde ayrıca On binlerin sevinçten yaptıkları
taş yığınından oluşan abideyi anımsatan kalıntılar vardır. Ksenophon
ve arkadaşlarını bölgeden geçtiği zaman mevsimin kış olması sis olmadan
bütün manzaranın ve denizin görünebilmesini sağlamıştır.
Bu yerin 3 km kadar kuzey doğusunda ve bugünkü Kalecik Yaylası'nın yakınında
muhtemelen Romalılar tarafından ve kareye yakın dikdörtgen şeklinde inşa
edilmiş küçük bir kale kalıntılarının bulunması bu yolun ilerideki asırlarda
da kullanıldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Ksenophon Thekes dağından sonra geçtikleri yerlerin Makronların memleketi
olduğunu yazar. İlk gün Makronların memleketini Skythenlerin memleketinden
ayıran ırmağa (bugünkü Karadere) varırlar. Ksenophon'un yazdıklarına göre
sağ taraf yukarıya doğru sarp bir alan (Polut Dağı'nın batı yamaçları)
soldan da asılması lazım olan sınır ırmağın (Karadere'nin) bir kolu (Yağmurdere
suyu) akıyordu. Bu ırmağın kıyıları ince, ama pek sık yetişmiş ağaçlarla
kaplı idi.
Hellenler (bugünkü Çatak olarak adlandırılan) bu bölgeden mümkün olduğu
kadar çabuk ayrılmak istedikleri için, bunları kese kese ilerlemeye başladılar.
Kıldan elbiseler giyen ve örme kalkanlar ve mızraklarla silahlı bulunan
Makronlar ırmağın karşı kıyısında ve tam geçit yerinde bekliyorlardı.
Birbirlerine seslenerek cesaret veriyor ve taş atıyorlardı. Fakat attıkları
taşlar kimseye rast gelmeden ve kimseye zarar vermeden suya düşüyordu.
Bu sırada On binlerin arasında bulunan ve Atina'da esir olarak hizmet etmiş
olan birisi Ksenophon'a gelerek bu adamların dilinden anladığını söyleyerek
"Zannedersem burası benim memleketim olacak. Eğer engel yoksa onlarla
konuşayım" dedi. Ksenophon önce bu halkın kim olduğunu sordurdu ve
Makronlar olduğunu öğrendi. Ksenophon'un "Neden bizim karşımıza çıktılar
ve neden bizimle düşman olmak istiyorlar" sorusuna Makronlar
"Memleketimize düşmanca girmek istediğiniz için şeklinde cevap
verirler.
I Hellenler düşmanca gelmediklerini, Büyük Kralla (Pers İmparatoru II
Artakserkes) savaştıklarını, memleketlerine dönmek için denize ulaşmaya
çalıştıklarını söyleyerek karşılıklı dostluk yemini ettiler. Bu antlaşmadan
sonra Makronlar Hellenler'in arasına karıştı ve onların ırmağı geçmelerine
yardım ettiler.
Bir pazar kurarak Helenler'e yiyecek satan Makronlar, üç gün onlarla
birlikte giderek Kolkhlar'ın sınırına kadar götürürler. Burada yüksek
bir dağ vardır ve Kolkhlar bu dağın üzerinde mevzilenmişlerdi. Burası
muhtemelen Trabzon yakınlarında denize dökülen Değirmendere'nin bir kolu
olan Kuştul Deresi'nin doğduğu Seslikaya Tepesidir. Yaklaşık 9600 kişi
olan Hellenler, birkaç defa saldırdıktan sonra dağda mevzilenmiş Kolkhları
kaçırıp bol yiyecek buldukları köylerinde konakladılar.
Burada rasgeldikleri an kovanlarından bugün bölge halkının "Deli
Bal" veya "Tutan Bal" dedikleri baldan yiyen askerlerde kusma ve
ishal başlamıştı. Hiçbirinin ayakta duracak hali kalmamış, birkaç kişi
de ölmüştü. Hastaları iki üç gün sonra iyileşen Hellenler, Değirmendere
Vadisi'nin doğu kısmındaki sırtlardan iki günde yedi parasang (yaklaşık
36 km) yol yürüyerek Trabzon'un doğusunda denize inerler.
M.Ö. 400 yılının Şubat ayında Trabzon'a ulaşan Ksenopho, Trabzon'un
(Trapezus) Karadeniz (Pontos Eukseinos) kenarında ve Kolkhların memleketinde
Hellenler tarafından kurulmuş bir Sinop Kolonisi olduğunu belirtir.
Trabzon'un yanındaki Kolkh köylerinde 30 gün kadar dinlenen Hellenler çevredeki
diğer Kolkh köylerini yağmalayarak yiyecek temin ederler. Trabzon şehrindeki
Hellenler ise onlara bir yandan yiyecek satarken diğer yandan da özellikle şehrin
yakınlarında oturan Kolkhalar'la dostluk kurmalarına aracı olurlar.
Çevredeki Kolkh köy1erini yağmalayarak yiyecek temin eden On binler, bir
yandan Trabzon'un etrafındaki yüksek tepelerde toplanan Kolkhların baskısına
uğramamak için tedbirler alırken, diğer yandan da memleketlerine dönmek için
hangi yolu izleyeceklerini tartışıyorlardı.
Çoğunluk deniz yolunu tercih ettiği için önce aralarından birini
memleketlerine kendilerini alacak bir filo ile dönmek üzere gönderirler.
Fakat bunun neticesinden emin olamadıkları için Trabzon'daki kolonici
Hellenler'den savaş gemilerini ödünç olarak almayı ve bölgeden geçtiğini
gördükleri yelkenlilere el koymayı düşünürler. Eğer bu yolla on bin kişiyi
taşıyabilecek kadar gemi toplayamazlarsa o zaman da deniz kenarındaki şehirlerden
yolları tamir ederek bir an önce bölgeden uzaklaşmalarına yardımcı
olmalarını istemeyi kararlaştırırlar.
Koloniciler onlara elli kürekli bir gemiyi ödünç olarak vermişti, fakat
bu gemiye atadıkları kumandan gemi ile hemen bölgeden kaçmayı tercih edince
On binler, Trabzon'daki kolonicilerden otuz kürekli bir gemi daha alırlar.
Karadeniz'de ele geçirdikleri tüm gemileri Trabzon'a getirerek içlerindeki yüklere
el koyup, bu yeni gemilerle kıyı boyunca talan seferlerine çıkan On binler
talanda her zaman başarılı olamıyor, baskın anında ya da dönüş yolunda
bölge halkı tarafından öldürülüyorlardı.
Ksenephon, Kleainetos adlı bir kumandanın kendi bölüğü ile birlikte başka
bir bölüğü de talan için tehlikeli bir bölgeye götürdüğünü, kumandanın
birçok adamı ile birlikte öldürüldüğünü yazmakta fakat Karadeniz'de
gemilerine el koydukları ya da köylerini yağmaladıkları halklar hakkında
pek bilgi vermemektedir.
Trabzon'da oturan koloniciler, şehrin çevresindeki Kolkhlarla dost olduğu
için Ksenephon ve arkadaşlarına yağmalama sırasında yardımcı olmuyorlardı
Fakat Trabzon çevresindeki bir gülük mesafede yiyecek kalmayınca onlara kılavuz
vererek Trabzon'un güneyindeki dağlık bölgede yaşayan Driller'in ülkesi
(bugünkü Torul bölgesi) ne götürdüler. Ksenophon, Driller'i bölgenin en
savaşçı milleti olarak tanımlarken Trabzon'da oturan Helienlerin bunlardan
çok kötülük gördüğünü kaydetmektedir.
Savunmaya elverişli olmayan köylerini yakarak boşaltan Driller derin
vadilerle kuşatılmış olan başkentlerine çekilmişlerdi. Önden giden 2000
kişilik grup başkenti kuşatmış fakat tahkim edilmiş bu yeri alamayacaklarını
anlayarak geri çekilmeye başlamışlardı. Geri çekilince anında Driller
arkadan taarruza geçince buradan çabucak uzaklaşamayacaklarını anlayan
Hellenler geriden gelen kuvvetlerden yardım istediler.
Ksenophon kumandasında yardıma gelen birlikler buradan zaiyat vermeden çekilmenin
mümkün olmadığını görerek şehri ele geçirmeye karar verirler. Şehrin
etrafındaki hendeği ve müstahkem mevzileri aşan Hellenler şehre girince
burada bir de iç kalenin olduğunu görür ve kaleden çıkan askerlerin saldırısına
uğrarlar. Geri çekilecekleri yolun sarp olması ve şehirdeki iç kalenin alınmazlığı
onları zor duruma sokmuştu. Ksenephon bu durumu anlatırken "Kalmak da
bela idi, kaçmak da...." diye yazmaktadır.
Şehirde tesadüfen çıkan bir yangın onlar için kurtuluş olur. şehir,
kalesi hariç bütün evleri, kuleleri, şarampolleri ile yanmıştı. Fakat
Hellenler ertesi gün Trabzon'a giden çok dik ve dar yoldan inerken tekrar
Driller'in saldırısına uğradılar.
Trabzon ve çevresinden yiyecek sağlamak imkanı kalmadığı için
Hellenler, hasta ve yaşlıları daha önce ele geçirilen gemilere bindirir,
kalanlar da yaya olarak, Trabzon'dan ayrılır. Trabzonlu kılavuzlar eşliğinde
üç gün sonra Kerasus (bugünkü Giresun)'a ulaşırlar.
Giresun da Trabzon gibi Kolkhların memleketinde bir Sinop kolonisi idi.
Burada on gün kalarak bir sayım yaparlar. Kolkhların memleketine girerken
yaklaşık 9800 kişi kadar olan Hellenler, burada 1200 kişi zaiyat vererek
8600 kişi kalmıştı.
Giresun bölgesindeki dağlarda yaşayan bir halk Giresun'daki kolonici
Hellenler'le dostane ilişki içindeydi. Bazıları Giresun'a gelip kasaplık
hayvan ve başka şeyler satıyor, alışveriş ediyorlardı. Ksenophon'un
ordusundan bazıları bu halkın Giresun'a yakın olan köylerine giderek öteberi
satın almış ve bunların küçük ve savunmasız köylerini kolayca yağmalayabileceklerini
sanarak bir gece bu köyleri yağmalamak üzere yola çıkmışlardı. Fakat yağmacılar
daha yolda iken güneş doğmuştu. Durumu fark eden bölge halkı hemen bir
araya toplanarak baskıncıların (çoğunu öldürmüşler, ancak birkaç baskıncı
Giresun'a kaçabilmişti.
On binlerin Giresun'dan ayrılacağı gün bu halkın ihtiyarlarından bazıları
Giresun'a gelerek ordu kumandanlarıyla görüşüp köylerini yağmalamayı nasıl
düşünebildiklerini öğrenmek ve ölülerini gömmek üzere alabileceklerini
söylemek isterler. Fakat baskından kurtulabilen Hellenler'in kışkırtması
ile bu üç elçi taşlanarak öldürülür.
Giresun'dan ayrıldıktan sonra Mossynoik'lerin ülkesinin sınırına varırlar.
Ksenophon, Giresun ile Ordu arasında oturan bu halkı, Hellen dilinde "Ahşaptan
yapılma evlerde oturan halk" anlamındaki Mossynoikos kelimesi ile adlandırmaktadır.
Mossynoikler yasadıkları müstahkem mevkilerine güvenerek onları
memleketlerinden geçirmeyeceklerini söylerler. Bunun üzerine Trabzonlu kılavuzlar
vasıtası ile daha batıda oturan ve doğudakilerle aralarında siyasi düşmanlık
olan batılı Mossynoikler'le temasa geçerler Ksenophon ile batılı
Mossynoiklerin başkanları bir araya gelerek doğulu Mossnoikler'e karşı bir
ittifak kurarlar. Varılan anlaşmaya göre onlar batıdan hücum ederken
Hellenler'le birlikte savaşmak ve yol göstermek için de yardımcı kuvvet göndereceklerdi
Ertesi sabah, her biri üç kişi taşıyan üç yüz kayık gelir. Kayıklardaki
ikişer asker karaya çıkar ve kayıklar geri döner. Yüzer kişilik altı bölük
oluşturan Mossynoik savaşçıları içlerinden birinin okuduğu şarkıya eşlik
ederek yürüyüşe geçer ve başkentin önündeki kaleye taarruz ederler.
Fakat kaleden çıkan düşmanları kısa sürede onlara üstünlük sağlar ve
onları geri püskürtürler.
Kale ve şehir ertesi gün yapılan saldırılarla alınmış ve buradan kaçanlar
yukarıdaki başkente kadar kovalanmıştı. Hellenlerin taarruzlarını burada
da durduramayan Mossynoikler kaleyi bırakarak çekilirler. Tepe üstünde ağaçtan
yapılmış bir kule evde oturan, halktan toplanan vergiler ve kamu malından geçinen
Kralları ilk zapt edilen kalenin kralı gibi bulunduğu yerden ayrılmadığı
için kule-evi ile birlikte yakılır.
Zapt edilen yerleri dostları olan Mossynoikler'e bırakan Hellenler yollarına
devam eder ve tıpkı bu günkü gibi birbirlerine yaklaşık on kilometre
mesafede kurulmuş olan Mossynoik şehirlerinden yürüyerek sekiz günde, pek
kalabalık olmayan ve Mossynoiklerin uyruğu olarak yaşayıp daha ziyade demir
madenlerinde çalışan Khalybler'in memleketine ulaştılar.
Khalybler Ksenophon'un Karadeniz bölgesinden geçerken bahsettiği
halklardan en meşhur olanıdır. Onun bize verdiği bilgilerden öğrendiğimize
göre, Macronlar, Kolkhlar ve Mossynoikler ve Trabzon'dan daha önceki
kaynaklarda bahsedilmemesine rağmen Khalybler'den eski kaynaklarda
bahsedilmekte ve bu halk Batı Anadolu ve Ege'de bilinmektedir.
Homeros'un İlliada destanında Alybler/Alizonlar olarak geçen ve
madencilikte ünlü bu halktan, Ksenophon da aynı özelliklerini belirterek
bahsetmekte fakat onların Mossynoikler'in uyruğuna girmiş olduğunu
belirtmektedir. Alizon sözünün Hellen dilinde "Deniz kıyısında yaşayanlar"
anlamına gelmesine rağmen Bilge Umar bu sözcüğün Eski Hellen dilinde
(Luwi/Pelasgos dilinde) "Deniz, tuz" anlamındaki "Ali" sözcüğünden
geçmiş olduğunu belirtmektedir. Bu da bize demir madenciliği ile ünlü bu
halkın sahille olduğu kadar şap madenlerinin bulunduğu Şebinkarahisar bölgesi
ve kuzeyindeki dağlık bölge ile de ilgisi bulunduğunu düşündürebilir.
Bundan sonra Tibarenler'in ülkesine (Bugün Ordu'nun doğusundaki Turna suyu
Deresi'nin olduğu bölge) ulaşan Hellenler deniz kıyısında birkaç müstahkem
yerleri bulunan ve nispeten düz olan Tibarenlerin ülkesinde iki gün
ilerleyerek Sinop'un kolonisi olan Kotyora'ya (bugünkü Ordu şehri yakınında)
ulaşırlar.
Ksenophon'un eserinin sonunda da belirttiği gibi Bayburt'tan sonra girmiş
olduğu Trabzon bölgesinde yaşayan Makronlar, Kolkhlar, Mossynoikler büyük
Pers krallığının Anadolu'daki valiliklerinden (satraplık) bağımsız yaşayan,
kendi yasaları ile yönetilen halklardı. Orduları ya da tehlike anında
harekete geçen bir savunma sistemleri vardı. Yaşadıkları vadiler yiyecek ve
bazı ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz olduğu için çevrelerindeki
halklarla ya da dışarıdan gelen tacirlerle daima iyi ilişkiler geliştirerek
kendi varlıklarına bir tehdit yöneldiği ana kadar barışçı kalmışlardı.
Ancak bir tehdit oluştuğu zaman süratle bir araya gelerek ortak savunma
sistemlerini harekete geçiren bu halkların birbirlerinden farklı dil ve
ananeleri olmasına rağmen ortak özellikleri gururlu, cesur ve özgüven
sahibi olmalarıydı.
Tarım yapıp sığır besledikleri ve şarap yaptıkları gibi avladıkları
yunus balıklarının etlerini tuzlayıp küplere bastırıyor, ayrıca zeytinyağı
gibi kullanılan balık yağı da elde ediyorlardı. Fındık, ceviz ve kestane
gibi yemişler de en önemli besinleri arasındaydı. Bunları haşlıyor ya da
fırında pişirerek yiyorlardı.
Ksenephon, Mossynoiklerin başkenti ve yakınındaki bir kenti ele geçirip
yağmaladıklarını anlatırken, kilerlerinde geçen seneden kalma ekmeklerin
yanı sıra o senenin tahılına da rastladıklarını, bunların sapları üzerinde
saklanmış kızılcık buğdayı olduğunu da yazmaktadır. Bu bize bugün birçok
Karadeniz köyünde görebileceğimiz taneleri üzerinde kurutulmak üzere Seran
der/Paska/Naylalara ya da evlerin saçak altına asılmış, taneleri üzerinde
mısır koçanlarını hatırlatmaktadır. Ksenophonun bahsettiği kızılcık
buğdayı belki de mısırdan önce bölgede yetiştirilen ve Laz ut/Laz ot da
denilen bir tür darı idi. Laz ut/Laz ot adı darıya benzediği için mısıra
da verilmiştir. Bölgenin en ünlü ürunü ise, bölgede yaşayan halkın dışarıdan
gelen orduları yenmek için bal (Tutan Bal/Deli Bal) idi. Birbirlerine yaklaşık
10 km mesafede kurulmuş şehirlerinin ve dik vadi yamaçlarındaki köylerinin
birbirine dar patika yollarla bağlandığı kuşkusuz ama Ksenophon'un da açıkça
yazdığı gibi deniz kenarındaki şehirleri birbirlerine bağlayan yol
sistemleri ile Karadeniz'de gezinen çok sayıda irili ufaklı yelkenli gemileri
vardı.
Miletoslular, Karadeniz sahilindeki halklarla ticaret yapmak için,
kendilerinden önce bu sahilde koloniler kurmuş olan Frygler'inkine benzer bir
sistemle ve birçok yerde de onların eski koloni şehirlerinin bulunduğu
alanlarda koloniler kurmuşlardı. Ksenophon'un merkezi ve başkenti Sinop olan
koloni sisteminin Trabzon, Giresun ve Ordu'da olan üç halkası hakkında verdiği
bilgileri değerlendirerek bu kolonilerin yerli halklardan bazıları ile iyi
ilişkiler içinde yaşamalarına rağmen onlardan ayrı, karadan gelebilecek
her türlü tehdide karşı tahkim edilmiş yerlerde yaşadıklarını ve bu
yerlerin kenarında komşu halklarla ticaret yapmak için pazar kurduklarını söyleyebiliriz.
Ayrıca denizden gelebilecek tehditlere karşı da savaş gemilerine sahiptiler
Komnenosların
Trabzon Rum Krallığı Dönemi
Pontus
Krallığı Dönemi
Roma
Dönemi
Trabzon
ve Osmanlılar
|